Yaklaşık 4,5 milyar yaşındaki dünyamız; sıcak ve yoğun gaz bulutu olarak başladı, döndükçe soğudu, soğudukça şekillendi ve içerisinde canlıları barındırmaya başladı… Artık dünyamız, canlılar ve insanoğlu birlikte yaşıyorlardı. Canlıların ve insanların yaşaması için gerekli olan atmosfer, dünyanın etrafındaki korumasıydı. Oksijen ile birlikte sera gazları olarak isimlendirilen karbondioksit, metan, su buharı, ozon, azot oksit vb. gazlarını ihtiva eden gaz bulutu, güneş ışınlarının yansımalarını sağlayarak yeryüzü sıcaklığının ortalama 15°C de tutan sera gazı etkisini yaratıyordu.
Dünyamız bir düzen içerisinde ilerlerken 1750'li yıllarda başlayan Sanayi Devrimi ile insanoğlu dünyayı kirletmeye başladı. Fosil yakıtların kullanımı arttı, ağaçlarımız giderek azaldı. Böylece dünyamızı ve biz canlıları koruyan sera gazlarındaki artış o kadar fazlalaştı ki iklimlerimiz değişmeye başladı. İklim değişikliği ile birlikte dünyamızın sıcaklığı, kuraklıklar, seller, şiddetli kasırgalar, deniz suyu seviyesi ve buzulların erimesi artmaya başladı. İnsanoğlunun yaşayabileceği dünyamızın sınır değerlerinin kaç yıl sonragörülebileceği tahmin edilmeye başlandı. Bu durumda biz insanoğlunun bir şeyler yapması gerekiyordu, toplumsal çalışmalara ek olarak bireysel çalışmalar da geliştirilmesi gerektiğine varıldı ve birçok çözüm noktası hakkında çalışmalara başlandı.
Enerji Verimliliği bu çözüm noktalarının en önemlilerinden sadece bir tanesi. Çünkü mevcut bir tüketim var ve bunun azaltılması gerekmekte. Örneğin bir fabrikanız var ve süregelen bir ürün miktarınız var. Öyle bir şey yapmalısınız ki bu ürün miktarınız azalmamalı, kalitesi değişmemeli fakat daha az enerji kullanmalısınız. Veya bir hizmet işiniz var ve misafirleriniz geliyor, hizmet satıyorsunuz. Öyle bir şey yapmalısınız ki, hizmet kaliteniz değişmemeli fakat daha az enerji kullanmalısınız. İşte esas mühendislik burada başlıyor. Ne yapmalıyız?
Bir fabrikamız varsa, daha az enerji için ne yapabiliriz? Belki fosilyakıtların azaltılması için kazanda veya fırında bir iyileştirme yapmalıyız, belki basınçlı havanın da bir enerji olduğunu anlatmalıyız veya prosesimizinne kadar eski olduğunun farkına varmalıyız….
Bir hizmet yerimiz varsa, daha az enerji için ne yapabiliriz? Belki binamınız dış yalıtımını kontrol etmeliyiz, belki ısıtma soğutma sınırlarınıincelemeliyiz, belki aydınlatma ekipmanlarımızın doğruluğuna bakmalıyız, belki de çalışma saatleri ile enerji tüketimleri arasında bir orantısızlık var, onu çözmeliyiz…
Ama mutlaka bir şey yapmalıyız! Zira bu dünya yalnızca bizim değil; bu dünya içinde yaşayan tüm canlıların ve çocuklarımızın da mirası, onlar için bir şeyler yapmalıyız…
İşin birazda teknik boyutuna değinecek olursak, elma ile armudu nasıl toplayamıyorsak, doğalgaz ile elektrik enerjisini de toplayamazdık. Ama artık TEP (Ton Eşdeğer Petrol) kavramı ile tüm enerji girdilerini toplayabilir olduk ve bu TEP’e göre işletmeler sınıflandırıldı. Sektör ikiye ayrıldı “bina ve sanayi”. Bu kavramlardan sonra aynı dili konuşabilecek uzmanlar olması gerekliliği enerji yöneticiliği kavramını getirdi. Kimler enerji yöneticisi oldu diyecek olursanız, mühendislik eğitimi alan arkadaşlarımıza, belirli süreli teorik ve pratik eğitimlerden oluşan bir program oluşturuldu ve ardından yapılan sınavlarda başarılı olanlara enerji yöneticisi sertifikası verildi.
Yine bu kapsamda mevcut bina envanterimizi de saptamak ile birlikte kullandığımız binaların enerji sınıflandırmasını yapmak adına Enerji Kimlik Belgesi oluşturulması Enerji Verimliliğinin bir ayağı oldu. A dan G ye kadar sıralanan bu kriterle de, binaların standart şartları olması yönünde adımlar atılmış oldu.